Yüksek öğrenimin beklediği ile sınavların gerektirdiği beceriler örtüşüyor mu?



Türkiye Özel Okullar Birliği, tam 17 yıldır Antalya’da binlerce eğitimcinin katıldığı bir sempozyum düzenliyor.

Bu yıl sempozyumun en ilginç konuşmalarından birini Talim ve Terbiye Kurulu eski Başkanı, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ziya Selçuk yaptı. Prof. Dr. Selçuk’un, 1.300’ü aşkın eğitimcinin olduğu salonda ezber bozan konuşmasında kuşkusuz en ilginç cümle şuydu:

“Diploma şantajıyla çocukları lisede tutuyoruz.”

Salonda zaman zaman alkışlarla kesilen konuşmasında bakın Prof. Dr. Selçuk, neler anlattı:

Çocukların doğal yetenekleri ve buna bağlı becerileri var. Bir de hem okulun, hem de iş dünyasının çocuktan beklediği yetenek ve beceriler bulunuyor.

Çocuğun becerileri ile iş dünyasının beklentileri pratik anlamda uyumlu. Ama öğrenci, okulun istediği becerileri diploma için kazanmak zorunda. Okulların verdiği beceriler, bilgi ekonomisi açısından güncel olmamasına rağmen öğrenci almak zorunda. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) toplumun, iş dünyasının ve üniversitelerin beklentilerini tek başına karşılamaya çalışıyor. Sınav üzerinden sistem tasarımı yaklaşımı sorunu çözemiyor.

DİPLOMA GEREKMESE KİMSE LİSEYE GİTMEZ


Diploma olmazsa, öğrenciler üniversite sınavına başvuramıyor. Çocuklara desek ki okula gitme zorunluluğu yok, üç yıl sonra sınava gir. O liseye kaç çocuk gider? Açık liseye gidenlerin, kontrol altında tutulmasına rağmen gittikçe sayıları artıyor. Eğer çocuklar, okulun istediği şeyleri mecburen yapmak zorunda olmasaydı, o zaman direkt üniversitenin kendisinden beklediğine yatırım yapacaktı.

Lise; çocuğun üniversitede başarılı olmasını engelleyen bir işlev görüyor. Yüksek öğrenimin beklediği ile sınavın gerektirdiği beceriler örtüşmüyor. Üniversiteler gün geçtikçe kendilerine daha zayıf öğrenci gelmesinden şikayet ediyor. Çocukların genel olarak soru çözmekle, sınava odaklanmakla meşgul olmaları nedeniyle, genel becerilerinde gecikme oluyor. Temel matematiği bile sınav temelli öğrendikleri için üniversitenin temel matematiğini anlamıyorlar. Çocuklar, hızlı soru çözmeye odaklanıp, kalıpları ezberlemeye dayalı matematiksel işlem beceresine öncelik veriyor. Anlam temelli matematik ile işlem temelli matematik farklı. Çocuklar da üniversite sınavının hıza dayalı yaklaşımı yüzünden işlem temelli matematikle uğraşıyor.

OKULDAN UZAKLAŞIYORLAR


Çocuklar, bir taraftan sınavın gereğini yerine getirmek, bir taraftan da üniversitenin kendisinden beklediği temel becerileri kazanmak yolunda çelişkiye düşüyor. Ancak öğrenciler, üniversiteye gidebilmek için mecburen lisede kalmak zorundalar. Ama bu süreyi de mümkün oldukça rapor alarak, özel derste veya dershane benzeri yerlerde geçiriyorlar. Özellikle 11 ve 12’nci sınıflarda normal dersler bir kenara bırakılıp laboratuvarlardan, spordan, sanattan uzaklaşıyorlar. Çünkü asıl hedef, üniversite. Buraya da gidebilmek için kendilerini hızla götürecek yerleri tercih ediyorlar. Çok önemli liselerin diplomalarını almayı bile reddederek, son sınıfta dershaneleşen liselere kayıyor. Çünkü buralar hem sınava hazırlıyor, hem diploma veriyor.

YÜZDE 10 GİRECEKKEN, YÜZDE 100’Ü KATILIYOR

Birtakım sosyal politikalar veya popüler siyasi tercihler nedeniyle sadece yüzde 10’luk dilimin girmesi ve bunların yaklaşık yüzde 5’inin kazanması gereken bir sınava, yüzde 100’lük kesimi sokmakla ilgili sorunumuz var. MEB bunu lise giriş katmanında haklı olarak çözmeye çalışıyor. Ayırt edicilik düzeyi çok yüksek sorularla bir sınav yapsak, 100 öğrenciden ancak 8-10’u cesaret edip sınava girer. Eskiden fen lisesi sınavları olurdu. Küçük bir şehirden birkaç çocuk bu sınava girerdi. Nüfusun yüzde 90’ı buna cesaret edemezdi. Fen liselerinin toplumsal talepler nedeniyle aşırı yaygınlaşması yüzünden kalite olağan olarak düştü.

YÖK