Finlandiya eğitimde gerçekten rol model mi?

Finlandiya eğitimde gerçekten rol model mi?



Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, PISA Direktörü'nün Türk eğitim sistemine yönelik açıklamalarını eleştiriyor. "Bize rol model olarak sunulanların kendine hayrı yok" diyor.

Ağır ve travmatik tarihsel tecrübemizin yan etkileriyle karşılaşmamak neredeyse imkansız. Kolektif onamalar, reddiyeler, reaksiyonlar, tarzlar hep bu tecrübenin ağır izleriyle malul. Klişeler, sloganlar, sembolik imalar hayli etkin o yüzden. Ele alınış biçimiyle 'milli klişemiz' halinde olan eğitim mevzusuna ilişkin PISA direktörünün geçen ay verdiği mülakat bugünlerde yeniden dolaşımda. Mülakat üzerinden eğitime ilişkin agorada ahvalin ne olduğunu yeniden tespit etme imkanımız oldu. 'Tabi ya!', 'Şimdiye kadar biz niye düşünemedik!' modunda ilgiye mazhar olan mülakattaki tespitler üzerinden hem tespitlere hem de eğitim ahvalimize bakmakta fayda var.

Tespitlerin bazılarına katılmakla birlikte mantığını ve meseleyi ele alış biçimini problemli bulduğum bu söylem maalesef kamuoyunda abartılı bir taltifin muhatabı oldu. Bizde artık bürokrasiyi de aşarak toplumsal bir karakter alan iyiyi kötüye payanda yapmak şeklindeki tahripkar vaziyet, bu mevzuda da görünür oldu. Son LYS, TEOG düzenlemelerinde olduğu gibi doğru, makul, kabul edilebilir gerekçeler sıralanıyor ancak gerekçeler ile çözüm arasında ilişki kurulmadığı gibi buna dönük bir arayış, bir dikkat, bir özen de önemsenmiyor. Bir takım sonuçlar üzerinden sorun tarifi yapılıyor ancak iliştirilen cevabın geçerliliğine ilişkin bir analize de ihtiyaç duyulmuyor. Bizatihi yapılan tarifin çözüm olduğu yanılsaması yaratılıyor.

EGEMEN SÖYLEME DİKKAT

Sorunu vurucu şekilde dillendirmenin bizde sansasyon yaratacağını bilen birisi gibi zayıf noktamıza çalışmış PISA Direktörü. Doğru ve itiraz edilemeyecek olan ezbercilikten, öğretmenin prestijli olması gerektiğinden, dünyanın değiştiğinden, her öğrenciyi dikkate almaktan, bilgi inşa etmekten, her öğrenciyi başarıya götürmekten, yetenekli kişileri öğretmen yapmaktan ve öğretmeniniz ne kadar iyiyse eğitim sisteminizin o kadar iyi olacağından bahsediyor mülakatında. Bu tarz eğitim değerlendirmelerinde karşımıza çıkan robotik kodlama, STEM, eleştirel düşünme, dünyaya açık olma vs. gibi klişe ama vurucu önermelere benziyor tespitler. Bariz bir yanlışlık mı var bunda? Elbette değil. Ama bu doğrulardan hareket edip doğru bir sonuca ulaşacağımızı varsayan kavrayışta problem var. Hatta 'bizde olması gerekir' şeklinde dile gelenlerin başka yerlerde yapılmış ve başarılmış olduğu iması başlı başına bir aldatmacadır. Burada asıl mesele budur. Yüzyılı aşkın bir süredir bir takım itiraz kabul etmez hususlar gösterilip bu toplum bir patinaj parkuruna mahküm ediliyor. Lokalleştirilen mevzular üzerinden genele ilişkin hükümler ihdas ediliyor ve olası sonuçları daha başından belli olan işlere yönlendiriliyoruz. Maalesef kamuoyu da ve şüphesiz ilgili birimler de bu lokal doğrular üzerinden egemen söyleme çanak tutmayı marifet sayıyor. Dünyaya açılmanın, onuna bütünleşmenin bir gereği sayıyor. Oysa mesele lokal olmadığı gibi sonuçları da lokal değil. Dolayısıyla parlatılıp önümüze konulan ve o yönde dönüşmemiz için salık verilen şeyin sonuçlarını görüyoruz, biliyoruz. Dünyadan yalıtık yaşamıyoruz, dünyanın seyrini, ahvalini, seviyesini görüyoruz. Bunu vaziyetimizin iyi olduğunu söylemek için değil rol model olarak sunulanların kendilerine hayrı olmadığını dile getirmek için söylüyorum. Bu klişeler güçlerini hakikate olan bağlılıklarından değil sürekli ve sadakatle dile gelmelerinden alıyor.

PARADİGMANIN MUHAFIZLIĞI

Bu tür söylemlerin olumlanması bizim için kurulan tuzağa razı gelmektir. Daha bir-iki ay önce MEB Müsteşarı şok etmesi gereken bir itirafta bulundu: Cumhuriyet'in başından beri MEB'de bir sistem değişikliği olmamıştır, ancak belirlenen hedeflere ulaşmak için teknik ve minimal değişiklikler yapılmıştır. Bu itirafın gereğini yapmak yerine PISA Direktörü üzerinden algıyı tekrar teknik ve minimal değişikliklerin girdabına çeken söyleme çekince koymamız zaruridir. Zaruret sistemin değişimini talep eden bu söylem karşısında statükoculuğa savrulmak olarak anlaşılmamalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken husus 'devir değişti artık, sizin ki geride kaldı' söyleminin dönüşmesi için eleştirdiği düzenekle aynı paradigmayı paylaşmasıdır. Esasında gelen talep bir revizyon talebidir ve bağrında şu hilaf-ı hakikati barındırmaktadır: dünkü sistem iyiydi. Burada sadece teknik anlamda dünkü sistemi meşrulaştıran bir yaklaşım yok! Aynı zamanda bu sistemin felsefesini, iktidarla ilişkisini, amaçlarını da meşrulaştıran bir uyanıklık var. O yüzden dünkü sistem ile bugünkü egemen eleştiri aynı kaynaktan beslenmekteler ve mahiyetleri itibariyle birbirinden farksızdırlar. Şunu görmemiz gerekiyor artık: İki yüz yılı aşan tarihiyle modern zorunlu eğitim işlevsiz bir sorun odağıdır. Sistemin ontolojisini hedef almayan her türden eleştiri bilmeliyiz ki eksik, lokal ve tekniktir. Sistemdeki sorun ve kriz bütüncül ve yapısaldır. O yüzden egemen paradigmayı buharlaştıran, pedagojiyi tarih-kültür üstü pür hümanist (!) bir aygıt olarak kodlayan, eğitim denilen kompleks yapıyı Fen, Matematik, Dil becerisine indirgeyen Foucault'un ifadesiyle kapatılmayı tartışma dışı kılan girişim şaibelidir.

ONTOLOJİYİ TARTIŞABİLMELİYİZ

Bugünkü eğitim düzeninin sosyal, ekonomik, teknolojik ve siyasal arka planı önümüzdedir. Yapılan tüm güncellemelerle beraber bu yapının sonuçları da karşımızdadır. Sadece ülkemizde değil tüm dünyada özellikle gelişmiş ülkelerdeki uygulamalarıyla önümüzdedir. Zorunlu eğitim sisteminde akademik başarı, gerçekleştirilmesi istenen amaçlardan birisidir. Ne en önemlisidir ne de en önceliklisidir. Zaten zorunlu eğitim sistematiği üzerinden dile gelen robotik kodlama, STEM, keşif, yaratıcılık vs. biraz sistemi bilmemekten biraz da sistemi bilip de bu yönlerinin bilinmemesini istemekten kaynaklıdır. O yüzden PISA sonuçları, Finlandiya mucizesi gibi zihin felçleştirmeye dönük modern hurafeler karşısında teyakkuzda olmalıyız. Kendisi de hurafe olan modern eğitim sistemi maruz bırakıldığımız rasyonel söylencenin irrasyonel bir kafesidir. Bize eleştirellik, yaratıcılık vadeden bu egemen söylemi şayet takatimiz kaldıysa gerçekten eleştirel bir atılımla mevcut sistemi sınama mecburiyetindeyiz.

Örneğin mucize olduğuna tüm yerkürenin ikna edildiği Finlandiya'da ebeveynlerin çocuklarına yeterince zaman ayırmaması, internet bağımlılığı, asosyallik toplumsal bir sorun. Aile içi şiddet yaygın (Finli kadınları % 47'si şiddet görüyor ve AB ortalaması %33), çocuklar da evde, okulda şiddete maruz kalıyorlar. Dünyada boşanma oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden Finlandiya. Alkol bağımlılığı çok yaygın (trafik kazalarında ölenlerden on kat fazla). Talim Terbiye Kurulu eski başkanı Ziya Selçuk'un belirttiği gibi "eğitim konusunda Finlandiya ve Güney Kore'nin başarısını herkes konuşur. Diyelim ki eğitimi çok iyileştirdik, müfredatımız çok çok iyi, Finlandiya gibi oldu. Peki, neden Finlandiya, çocuk intiharlarında 2. sırada, okul mutsuzluğunda dünya birincisi? Anlatmaya çalıştığım şey, bizim gitmek istediğimiz yer, dünyanın şu an olduğu yer olmayabilir." Dolayısıyla gözümüze sokulan bir parametre üzerinden ikna edilmemiz pek hayra alamet olmayabilir. Karartılan diğer hususlarla birlikte neyin neyi ölçtüğünü, ne olduğumuzu, neye talip olduğumuzu, talip olduğumuz şeyi nasıl gerçekleştireceğimizi bir reçete olarak bize verecek bir merci yok. Zaten kelin ilacı olsa kendi başına sürer.

Haberler